20 Eylül 2008 Cumartesi

Derrida ve Din

Aşağıdaki adreslerden,
Derrida’nın 2002 yılında AAR ve SBL’nin ortak yıllık etkinliğinde John D. Caputo, Kevin Hart, and Yvonne Sherwood ile doğaçlama bir şekilde yaptığı din ve inanç konuları etrafında seyreden söyleşinin ses kayıtlarına ulaşabilirsiniz.

http://www.bookreviews.org/audio/Derrida_Int_1.mp3
http://www.bookreviews.org/audio/Derrida_Int_2.mp3
http://www.bookreviews.org/audio/Derrida_Int_3.mp3

Söyleşiden kısa bir transkipsiyon:

Eğer ibadet ettiğim zaman, “Tanrı” diyorsam, Tanrı'ya hitap ediyorsam, “Tanrı” kelimesini kullanmakta mıyım yoksa ondan söz etmekte miyim bilmiyorumdur. Dini mümkün kılan ve Tanrı’dan söz etmeyi mümkün kılan şey, kullanmak ve söz etmek arasındakı ayrımın uygunluğunun bu sınırıdır. Tanrı’ya bir isim verdiğimizde ne yapıyoruz? Bu isimlendirmenin sınırları nelerdir? Birçok İbrahimi gelenekte Tanrı’nın isimsiz olduğunu, ismin ötesinde olduğunu biliyoruz. Yahudi geleneğinde, Tanrı boş bir yer, bütün isimlerin ötesidir. Ama isimsizi isimlendiriyoruz. İsimsiz olana bir isim veriyoruz. Peki, “olmayan”ı, olan ya da isimsiz olmayan şeklinde ismlendirdiğimizde ne yapıyoruz? ... En sahih inanç sahiplerinin “Tanrı” kelimesini kullandıklarında bunun sadece bir sözme etmeden ibaret olabileciği düşüncesi dolayısıyla saf ateizme çok yakın durduklarını farkettiklerini biliyorum. “Tanrı” kelimesinden bahsetmek bir bakıma zaten inanç dahilinde bir eylemdir. Saf bir iman var mıdır emin değilim, ama olsaydı şu soruyu sormaya dayanırdı: “ ‘Tanrı’ kelimesini kullandığım zaman birilerine gönderme mi yapıyorum yoksa bir isimden mi söz ediyorum?”

Kelime bir hiçten ibaret değildir; bir isimlendirme, bir çağrı söz konusudur. Heidegger isimlendirmek (to name, namen) ve çağırmak (to call, heissen) arasında ilginç bir ayrım yapmıştı. Tanrı’nın isminden bahsettiğim zaman, bir isim mi veriyorum, isimlendiriyor muyorum yoksa bir çağrı mı yapıyorumdur? İsimlendirme deneyimini çağırma deneyimine müracaat etmeksizin düşünmek zordur. İsimlendirmek çağırmaktır. Eğer Tanrıya “Tanrı” diye hitap edip öyle çağırıyorsam, ne yapıyorumdur? Bazı inanmayanlar şöyle diyecektir: “ Bu sadece bir hitap. Bir isimden söz etmekten ibaret.” Diğerleri, “Benim bu hitabım, Tanrı’nın beni onu çağırmaya yönelttiğinin bir kanıtı olmasa bile, bir işaretidir.” Bu farklı şeyler söyleyen iki görüş aynı zamanda aynı şeyi söylemektedir. Biri, “Tanrı’yı ismiyle andığında Tanrı’yı çağırırsın, bu senin çağrındır/hitabındır; boş bir çağrıdır”, demektedir. Öteki de, “Eğer Tanrı'ya hitap etmeye dair bir motivasyon, bir itki hissediyorsam, bu Tanrı'nın benim içimde hitap bulduğu anlamına gelir, içimde Tanrı'yı çağıran birşeyler vardır ve bu şey de benim inancımdır”, der. Şüpheci kişi ise bu nominalistik bir çağrı deneyimidir, fakat inancın bir parçasıdır diye belirtir. Birilerini çağıracak olduğumda eğer karşımda birilerinin, gerçek birilerinin olduğundan emin olursam, zaten çağırmam. Şüpheci kişi inanç sahibi kişinin bir parçasıdır. Eğer Tanrı benim için kesinlikli, muhakkak bir mevcudiyet şeklinde var olsaydı, onu çağırmazdım. Hemen yanımda durduğu halde Kevin’in varlığı benim için muhakkak ve gerçek bir mevcudiyet olabilseydi, ismiyle hitap edip çağırmazdım onu. Eğer onu çağırıyorsam, beni dinleyip dinlemediğinden ya da basitçe var olup olmadığından emin olmamamdandır. (Salonda gülüşmeler olur, çünkü o sırada Kevin Derrida’nın bardağına su doldurmakla meşguldür.) Bu yüzden şüpheci kişi ile inanç sahibi kişi arasında gerçek bir çelişki yoktur.

0 yorum:

tesmeralsekdiz

Arama